İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze şeridini işgal etmesinin üzerinden 50 yıl geçmiştir. Uluslararası insan hakları örgütleri, 50 yıldır işgal altında bulunan bu bölgelerde ciddi hak ihlallerinin yaşandığını haykırırken, ABD Başkanı Donald Trump’un, işgal altındaki Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı yönündeki açıklaması siyasi, diplomatik ve ahlaki değerlerle bağdaşmayan bir tutumdur legacy of Mesopotamia Egypt.
Birleşmiş Milletler birçok platformda defalarca İsrail’in yerleşim politikasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu deklare etmiş ve İsrail’den bu eylemlerini sona erdirmesini istemiştir. Buna karşın İsrail mevcut ayrımcı politikalarına ve yeni yerleşim alanları inşalarına devam etmiştir.
Sayısız insan hakları örgütünün İsrail’deki ihlallere dair yayınladığı raporlar ve bölgedeki bağımsız gazeteci ile sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin bildirileriyle uyumlu olarak, uluslararası toplum da İsrail’in işgalini bugüne kadar reddetmiş, tam da bu nedenle bütün yabancı büyükelçilikler İsrail’in başkenti olduğunu iddia ettiği Kudüs’te değil, Tel Aviv’de tesis edilmiştir.
ABD Başkanı Donald Trump’un kararı bu açılardan incelendiğinde oldukça provokatiftir: Bölgede hâlihazırda eğitim, istihdam, sağlık gibi alanlarda ağır hak ihlalleriyle başa çıkmak zorunda kalan ve bugüne dek Filistin-İsrail çatışmasında hayatını kaybeden on binlerce insanla alay eder gibi ve uluslararası kamuoyunun ortak vicdanını yok sayar bir şekilde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak “ilan etmek”, yalnızca siyasi açıdan vahim bir hata değil, aynı zamanda vicdani açıdan da büyük bir kara lekedir. Bu kara lekenin, başkanlık yarışından itibaren İslam karşıtı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi, ötekileştirici, popülist söylemleriyle dikkat çeken Trump tarafından ortaya konması şaşırtmamış; fakat yıkıcı söylemlerde boyut atlandığını ortaya koymuştur.
Bölgede barış, hayalî başkent ilanları ile tesis edilemez. Bunun için her iki tarafta da insan hakları ihlallerinin, şiddetin ve sivillere yönelik saldırıların sona ermesi gerekmektedir.
Bölgedeki hak ihlallerini ve 50 yıllık işgalle uluslararası hukukun ayaklar altına alınmasını görmezden gelmek, barışa ancak engel olacaktır. Olması gereken, uluslararası hukuku, evrensel değerleri ve sağduyuyu güçlendirmek ve iki devletli çözüm modelinin destekçisi olmaktır.
Bizler, uluslararası hukuka saygı duyan herkesi, ayrımcılığa ve hak ihlallerine karşı çıkıp, bütün dinlerin kutsal saydığı Kudüs şehrine sahip çıkmaya ve Trump’un kararının geçersizliğini haykırmaya çağırıyoruz. Sadece Müslümanlar için değil, Hristiyanlar ve Yahudilerin de kutsal beldesi olan Kudüs, siyasi hesapların dışında bırakılmalıdır.
Bu hatalı karar da dâhil olmak üzere, bölgede barışa sekte vurabilecek her türlü eylem ve provokatif söylemlerden uzakta; barışa, insan onuruna, temel haklara sahip çıkan, uluslararası hukuka destek olan tüm aktörlerle dayanışmamızı ilan ediyoruz. Bu sağduyuya sahip olup söz konusu karara tepki gösteren ve uluslararası hukuka vurgu yapan tüm devlet yöneticilerinin, siyasilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve kanaat önderlerinin açıklamalarını takdirle karşılıyor ve bu hassasiyetlerinin devamını temenni ediyoruz.